Omurilik Felçli Bireylerde Ruhsal Süreç
Omuriliğin çeşitli sebeplerle yaralanması, kişinin beklenmedik şekilde omurilik felci ile karşılaşması kişinin yaşamına, yaşamını ağır şekilde etkileyen ek sorunlar getirir. Günümüzde omurilik yaralanmalarının giderek arttığı görüyoruz. Neden olarak da en üst sırada trafik kazaları geliyor.
Yeni bir hastalık beraberinde kısıtlanmalar ve kurallar getiriyor. Omurilik felci geçiren kişi günlük yaşamında, hedeflerinde ani ve önemli değişiklikler yapmak, yeni bir duruma uyum sağlamak durumunda kalıyor.
Tıbbi açıdan omurilik felçi olmak her ne kadar biomedikal, fizyopatolojik bir süreç olsa da omurilik felci geçiren kişi açısından biyolojik olmakla birlikte öznel anlamı olan, ruhsal, ailesel, çevresel, psikoseksüel anlam ve önemi olan bio-psikososyal bir süreçtir. Bu nedenle son yıllardaki çalışmalarda omurlik felçli kişilerin yaşam kalitesi, psikolojik ve sosyal sağlığına da yönelik olmaya başlamıştır.
Cinsellik, cinsel doyumu ve iki insanın uyum içerisinde beraberliklerini içeren sosyal kurallar, değer yargıları ve tabularla belirlenmiş, biyolojik, psikolojik ve sosyal etkileşimlerle şekillenen özel bir yaşantı olarak tanımlanabilir. Biyo-psiko-sosyal bir varlık olan insan tüm yönleriyle etkileşim içindedir ve dolayısıyla bu alanlardan birisinde yaşanan sorun cinselliğe yansıyarak kişinin işlevselliğini etkileyebilir. Omurilik felcinin cinsellik üzerine oluşturduğu fiziksel etkiler bulunmaktadır. Omurilik felci sonrasında cinsel fonksiyonların kalitesinde bozulma veya yitim söz konusu olabiliyor. Bu etkilenmenin fizyolojik boyutunun yanı sıra ruhsal boyutunda da kişinin beden algısının önemli olduğu söylenebilir. Cinsel yaşamda her zaman beden algısının önemi bulunmaktadır. Beden tatminsizliği ve cinsel kaçınma, dokunma sorunu yakından ilişkili bir konudur. Bireyler yaşadıkları bedensel hoşnutsuzluk sebebiyle cinsel ilişkiden kaçınıyor, ya da cinsel ilişki esnasında beden imajı ile ilgili aşırı farkındalık durumu oluşuyor bu durum da daha sık kaçınma ve dokunma problemine yol açabiliyor.
Araştırmalar beden algısının, fiziksel ve cinsel çekicilik, cinsel aktivite, cinsel davranış sıklığı, cinsel kaçınma davranışı ve depresyon ile negatif yönde ilişkili bulunduğunu göstermektedir (Andersen 1991, Özdemir 1990).
Omurilik felçli bireylerde beden imajının, fiziksel değişimlerin nasıl algılandığının yapıldığı çok sınırlı sayıda araştırma vardır. Bu konuda yapılan araştırmalar daha çok kilo problemi yaşayan hastalar üzerinde, ergenler üzerinde yapılmış. Yaşanan travma hastalığın ilerleyen süreçlerinde her bireyi farklı düzeylerde etkileyebiliyor. Bu etkilenme süreci kişinin yaş, cinsiyet, hastalığın şiddeti-işlev kaybı, yaşamının hangi evresinde olduğu, iş yaşamına katılabilme durumu, medeni durumu, sosyal desteğin olup olmaması, aile ilişkileri, beklentileri (destek ve hayata karşı), vücut imaj algısına göre değişiyor. Psikolojik açıdan ise kişinin hastalığı algılama şekli çok önemli olmakla birlikte ek olarak kişilik yapısı, stresle başa çıkma yöntemi, hastalık öncesindeki psikiyatrik durumu, geçmiş hastalık yaşantısı, ilişki deneyimleri ve yaşam amaçları önemli etkenlerdir.
Birey olarak hastalığa ilişkin yorum, algı, değerlendirmeler, ortaya koyduğu davranışsal tepkilerde en önemli unsurdur. Kişinin yaşamında oluşan değişikliklere ilişkin yorumları ve tepkileri kendi sürecinin devamını etkileyen bir durumdur. Böyle bir travmadan sonra kişide tepki olarak kontrol yitimi, özgüven problemi, çaresizlik duygusu, korku, öfke gibi doğal tepkiler yaşanır fakat bu duygular yaşamınızı etkiliyorsa profesyonel bir destekle ele almak gerekir. Omurilik felçli olan hastaların hepsi bu süreçten etkilense de ruhsal süreçleri aynı şekilde etkilenmiyor.
Sık karşılaşılan Tepkiler:
Omurilik Felci, ani gelişen bir olay sonucu karşılaşılan, bir başka kişinin bakımına ihtiyaç duyulan “zor ve gerçek” bir süreçtir. Örneğin; fiziksel rol ve beklentiler, geleceğe ilişkin kayıp olarak algılanınca depresif tepkiler ortaya çıkar.Omurilik felci birey tarafında yaşadığı durum sağlığını, yaşamın kendisini, otonomisini tehdit edilmesi olarak algılanınca kaygı duygusu ön planda olduğunu çıkar.
Haksızlığa uğrama, başkalarından dolayı bu duruma düşme olarak algılandığında öfke ve kızgınlık ön plana çıkar.Bizler depresif bir sürece girdiğimizde isteksizlik yaşar, yaşamın boş ya da anlamsız olduğunu düşünür, zevk alamama gibi sürecin içine düşeriz. Bazen bu depresif durumu kronik bir hastalık yada engellilik süreci tetiklerken aslında yaşamımızı gözden geçirdiğimizde hastalık önceki dönemlerimizde de ruhsal olarak aşina olduğumuz belirtiler olduğunu görebiliriz. Ancak, bu tür ruhsal bir travmayla /durumla karşılaştıktan sonra kişi şöyle bir süreç yaşayabiliyor: Yapamayacağı her aktiviteyi seçip onun üzerine düşünsel olarak bir uğraşa girebiliyor. Yapabileceği şeyler aklına gelmiyor. Dolayısıyla hayatın boş ve anlamsız olduğunu düşünüyor. Bu habis düşünce tarzı bir yerden sonra ruhsal bir tuzak halini alabiliyor. Terapide birlikte bu düşünce patternlerini tespit edip değiştirmeyi hedefliyoruz.
Duygusal acının hasar görmüş bir bedenden değil çarpıtılmış düşüncelerden de kaynaklanabilir olduğunu fark etmemiz gerekiyor. Değiştiremeyeceğimiz şeyler var ve değiştirebileceğimiz şeyler var. Sanki travmaya sahip olmayan kişiye göre daha az mutluluk ve tatmine mahkum olunduğu gibi bir tutuma yol açabilir. Düşüncelerdeki çarpıtmalar düzeltilebildiğinde nispeten tatminkar bir hayat için seçenek yaratabiliriz.